TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

Ticaret savaşlarında yeni perde: Yeşil Dönüşüm

Bingül Satıoğlu'nun kaleme aldığı "Ticaret Savaşlarında Yeni Perde: Yeşil Dönüşüm" konulu makale İtosam yayınlarında yerini aldı.

Haber Giriş Tarihi: 07.08.2024 16:25
Haber Güncellenme Tarihi: 07.08.2024 16:25
Kaynak: Haber Merkezi
Ticaret savaşlarında yeni perde: Yeşil Dönüşüm

Bingül Satıoğlu bingul.satioglu@ito.org.tr

Değişen siyasi güç dengeleri, sosyal maliyet faturası kabarık ekonomik krizler ve giderek derinleşen jeopolitik riskler, ticari korumacılık önemlerini son birkaç yılda oldukça yaygın hale getirdi. “Eski dost” diyebileceğimiz bu korumacı politikalar, günümüz gelişmiş ülkelerinin kalkınma hikayelerinde baskın rol oynamıştı. ABD eski başkanı Donald Trump’ın Çin’e karşı başlatmış olduğu ve Biden yönetiminin sürdürdüğü ticaret savaşlarının da baş aktörü yine bu korumacı politikalar oldu. Geçtiğimiz mayıs ayında Biden yönetiminin Çin menşeli çiplere ve elektrikli araçlara yönelik aldığı tarife kararı, ticaret savaşlarında yeni bir perdeyi aralayarak iklim değişikliği ve yeşil dönüşüm konularını da sahneye taşıdı. 

Biden yönetiminin almış olduğu kapsamlı tarife kararı sadece elektrikli araçlara uygulanacak gümrük vergisini 0’e çıkarmakla kalmıyor. Ayrıca güneş pillerine yönelik tarife oranını iki katına (%50) ve lityum-iyon elektrikli araç bataryalarına uygulanan tarifenin de %7,5’ten %25’e çıkarılmasını kapsıyor. 

Başkanlık dönemi boyunca Çin’e milyarca dolarlık tarife uygulayan Donald Trump ve bunu devam ettiren halefi Biden da ticarete getirdiği kısıtlamaları şimdiye kadar ulusal güvenlik gerekçelerine dayandırıyordu. Çin’in askeri kullanımlara yönelik yapay zekâ teknolojisindeki ilerlemesine destek sağlayacak gelişmiş yarı-iletkenlere erişimi engellemek, bu eğilimlerin bir örneği. Ancak yeşil teknolojileri kapsayan son korumacılık önlemlerinin askeri/ulusal güvenlik endişeleri ile ilgili olmaktan ziyade, Çin’in bu sektörlerdeki ilerleyişinden kaynaklı olduğu söylenebilir. Zira ABD, Çinli şirketlerin devlet destekleri ile uluslararası pazarda önemli avantajlar elde ederek rekabeti zedelediğini açıkça dile getiriyor.

Çin ise önce Covid-19 sonrası emlak krizi ile gelen ekonomik sıkıntılarını toparlamak için çareyi yeşil teknoloji üretimine odaklanmakta bulmuşa benziyor. Pekin hükümetinin sadece ulusal değil aynı zamanda eyalet ve il düzeyinde belirlediği hedefler ile yatırımlar; emlak ve altyapıdan ziyade öncelikli olarak belirlenen “üç yeni” endüstriye: güneş enerjisine, elektrikli araçlara ve bataryalara doğru aktarılıyor. Geçen yıl temiz enerji sektörlerine yapılan yatırım miktarı, yıllık bazda %40 artarak 6,3 trilyon yuana (890 milyar dolar) ulaşmış durumda. Sektördeki liderliği gittikçe pekiştiren ülke, dünyadaki güneş paneli modüllerinin yaklaşık %80’ini, rüzgar tribünlerinin ve elektrikli araç bataryalarının da %60’ını üretiyor.

YEŞİL HAMLELER

Çin’in yeşil sanayi politikalarının diğer devlet destekli Ar&Ge ve inovasyon faaliyetlerinde olduğu gibi ekonomik büyümeye pozitif dışsallık sağladığı söylenebilir. Şirketler ve ülkeler arasındaki know-how ve sınırları aşan bilgi paylaşımı yeşil teknolojilerin gelişiminde önemli rol oynuyor. Yayılma etkisi (spillover effect) oluşturan bu iki etken, bu teknolojilerin daha hızlı ve etkili bir şekilde ilerlemesine katkıda bulunabilir. Sektörlerin desteklenmesini önemli kılan husus ise ekonomik büyümeye sağladıkları pozitif dışsallıktan ziyade iklim değişikliyle mücadeleye yapmış oldukları ciddi katkılardır. 

Ekonomik büyümeden ödün vermeksizin karbonsuz bir ekonomiye geçişte elimizdeki en optimal seçenekler arasında yenilenebilir enerji kaynaklarına mümkün olan en kısa sürede yönelmek ve yeşil teknolojilerin adaptasyonunu sağlamak yer alıyor. Çinli üreticilerin kapasite artırmaları, üretimde ölçek ekonomisinden faydalanmaları ve bakır, nikel ve lityum gibi bazı madenlerin tedarikinde ve işlemesinde lider konumda olmaları, yenilenebilir enerji maliyetlerini küresel çapta düşüren en önemli etkenlerdir. Son on yıl içinde maliyetler güneş enerjisinde %80, açık deniz rüzgâr enerjisinde %73, kara rüzgâr enerjisinde %57 ve elektrikli bataryalarda %80 oranında azaldı. Bu maliyet düşüşü, özellikle iklim finansmanına erişimde zorluklar yaşayan gelişmekte olan ve yükselen piyasa ekonomileri için temiz enerjiye geçişte kilit bir öneme sahiptir. 

Öte yandan, diğer ülkelerin de çeşitli sübvansiyon paketleri ile yeşil teknolojileri ve temiz enerjiyi desteklediği görülüyor. Örneğin, ABD’nin 2021 yılında açıkladığı ve “tarihinin en büyük iklim paketi” olan Enflasyonu Azaltma Yasası, Çin’in yeşil sanayi politikalarının Amerikan versiyonu olarak nitelendiriliyor. Yenilenebilir enerji ve yeşil sanayi geçişini kolaylaştırmayı ve aynı zamanda yerlileştirmeyi amaçlayan bu yasa, söz konusu sektörlere 1,2 trilyon dolarlık teşvik sağlama potansiyeli taşıyor. Benzer şekilde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve uzantısı olan Avrupa Yeşil Mutabakatı Sanayi Planı da sağlanacak olan teşvikler ile karbonsuz bir kıtayı hedefliyor.

Güçlü hükümet teşvikleri, özel sektör yatırımlarının ivmelenmesi ve en önemlisi teknolojik ilerlemenin sağladığı pozitif dışsallıklar, bazı iklim bilimciler ve ünlü iş insanları arasında küresel ısınmayı makul sınırlarda tutma konusunda iyimserlik hali oluşturuyor. Ancak kapsamı ve derinliği giderek artan yeşil ticaret savaşlarının varlığını dikkate aldığımızda, bu konuda kesin kanıya varmak biraz zorlaşıyor. Zira ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarının küresel emisyonlarda artışa neden olabileceği tartışılan bir konu. Avrupa Birliği de beklendiği gibi ABD’den destek alarak kendi korumacılık önlemlerine yönelik harekete geçti ve Çin’in elektrikli araçlarına %38,1’e varan ek gümrük vergisini gündeme aldı. Bu maratona çok geçmeden Kanada da katıldı. Hamlelere karşılık olarak Çin, ABD’yi çoktan Dünya Ticaret Örgütü’ne şikâyet ederken aynı uygulamayı AB için de planlıyor. 

Pekin yönetimi bir yandan da yeşil ticaret savaşlarındaki en büyük kozu olan kritik madde ve mineralleri devreye sokuyor. Çin, geçtiğimiz temmuz ayında ABD’nin getirmiş olduğu ek gümrük vergilerine tepki olarak galyum ve germanyum ihracatını sınırlanmıştı. Her ne kadar amaç, ABD’nin yarı-iletken üretimini engellemek olsa da bu iki kritik element güneş panellerinin üretiminde kritik rol oynuyor. Dünya Ekonomik Forumu’na göre, Çin halihazırda dünya çapında en büyük üçüncü lityum üreticisi ve lityum rafinasyon kapasitesinin de %60’ını elinde bulunduruyor. Elektrikli araçlarda lityum-iyon bataryalara talep arttıkça -ki Ulusal Enerji Ajansına göre bir senede %65 artış yaşanmış- Çin’in lityum çıkarma ve rafinasyon konusundaki hakimiyeti giderek önem kazanacağa benziyor. Benzer şekilde, lityum-iyon bataryanın üretiminde yer alan grafit anotun küresel çapta üretiminin %97’si de Çin’den sağlanıyor. 

ALTERNATİFLERİ ARAMAK

Çin’in kritik minerallerdeki gücü son derece sağlamken yeşil ticaret savaşlarının şiddetlenmesi durumunda kendi korumacılık önlemlerinin derecesini arttırması da muhtemel. Bu da yeşil ticaret savaşının ateşini daha da harlayabilir. Böylesi bir senaryo, küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılmasına yol açarak başlangıçta maliyetlerin artmasına ve verimliliğin düşmesine neden olabilir. Daha da önemlisi karbonsuz bir ekonomiye geçiş için gerekli olan teknolojilere erişim zorlaşabilir ve özellikle gelişmekte olan ülkelerin teknolojilere erişimi sınırlanabilir. 

Bu durum aşılması imkansız bir engel değil; ülkelerin başvurabileceği çeşitli alternatif politikalar da mevcut. Yeşil teknolojilerin ve kritik minerallerin üretimi için devlet sübvansiyonlarının devamı seçeneklerin ilki. Ayrıca üretici firmalar bu destekler ile başlangıç aşamasında artan maliyetlere katlanarak tedarik zincirlerini çeşitlendirmeye yönelebilirler. ABD’nin grafit anot üretimini üstlenmesi veya ithalatında Kanada ve Mozambik gibi alternatif kaynakları değerlendirmesi bu duruma örnek teşkil ediyor.

İkinci seçenek olarak, tedarik zincirlerini müttefik ülkelerle geliştirmeyi öngören “friendshoring” ya da coğrafi olarak daha yakın ülkelere yönelmeyi içeren “nearshoring” seçenekleri de ABD ve AB’nin gündeminde yer alabilir. Bu iki strateji, ekonomik entegrasyonu sınırlandırıcı bir etki uyandırsa da yine de ülkeler arası bilgi paylaşımı ve yayılma etkisini sürdürme potansiyeline sahip. Ayrıca maliyetler Çin seviyelerinde olmasa bile nispeten düşük tutulabilir. Küresel tedarik zincirlerine esneklik kazandırma aynı zamanda yeşil teknoloji ürünlerinde de bolluğa ve çeşitliliğe sebebiyet vererek karbonsuz bir ekonomiye geçişi destekleyebilir.

Özellikle Avrupa Birliği, elektrikli araç üretimini kendi sınırları içerisinde sürdürmeye çalışırken yüksek enerji, hammadde ve işçilik maliyetleriyle karşı karşıya kalabilir. Maliyet baskısı altındaki ülkeler, üretim sürecindeki boşlukları doldurmak için başta Türkiye olmak üzere diğer gelişmekte olan ülkelere yönelebilirler. Böylelikle gelişmekte olan ülkeler için yeşil teknolojiler alanında önemli fırsatlar belirebilir ve küresel tedarik zincirine giderek daha güçlü bir şekilde entegre olabilirler. Üretim süreçlerinin kaymasıyla gelen doğrudan yatırımlar da bu ülkelere yeşil dönüşüm için gerekli finansmanı en azından başlangıç aşamasında sağlayabilir. Ancak unutulmamalıdır ki AB’nin sıkı çevresel regülasyonları ve ticaret ortaklarından da bu kriterlere uymasını talep etmesi (örneğin, AB Ormansızlaşma Kriterleri, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması) gelişmekte olan ülkelerin çevresel politikalarını ve düzenlemelerini güncellemesini zorunlu kılabilir. AB’nin en önemli ticaret ortaklarından biri olan ve bu düzenlemelerden doğrudan etkilenen Türkiye, ekonomik büyüme ile çevresel faktörleri dengeleme gerekliliğinin bilincinde olarak ihtiyatlı bir yaklaşım benimsemelidir. Bir yandan sektörel bazda oluşturulan rekabet alanlarını koruyup geliştirirken yeşil dönüşüm için mevcut ve potansiyel avantajlar da etkin bir şekilde değerlendirilmelidir. Ayrıca, yeşil dönüşümde ülkeye özgü zaman çizelgesi ve kalkınma öncelikleri doğrultusunda, gelişmekte olan bir ülke olarak sorumluluklarımızın farkında olarak gerekli çevresel kriterler uygulanmalıdır. 

Sonuç olarak ABD’deki seçim yarışı kızıştıkça iç politikadaki denge unsurlarına bağlı olarak sanayi ve tekno-milliyetçilik ekseninde ilerleyen yeşil ticaret savaşlarının şiddetlenmesi olası görünüyor. Biden yönetiminin amacı, sadece yeşil sanayide Çin’e olan bağımlılığı azaltmak ya da kesmek değil, aynı zamanda yeni istihdam olanakları sağlamak ve Amerikan sanayisini güçlendirmektir. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde yeşil sanayiye yönelik stratejik hamlelerin yoğunlaşması ve yeni tarifelerin gündeme gelmesi beklenebilir. İki ülke arasında başlamış olan yeşil ticaret savaşı iklim değişikliği ile mücadeleyi olumsuz etkileme potansiyeline sahip. Özellikle Avrupa Birliği ve diğer ülkelerin de bu sürece dahil olması durumu daha da karmaşık hale getirebilir ve küresel hedeflerin sekteye uğramasına neden olabilir. Bu bağlamda, ülkeler özel sektörün yatırımlarını ivmelendirecek, piyasa dengesizliklerini önleyebilecek yeşil devlet sübvansiyonlarına açık olmalı ve birbirlerini şikayet ederek bunu “sübvansiyon savaşlarına” döndürmemelidirler. Öte yandan uluslararası iş birliği, yeşil teknolojilere yönelik Ar&Ge faaliyetlerini hızlandırabilir ve bu teknolojilere erişimi artırabilir. Ülkeler arası koordinasyonun ve adil sorumluluk paylaşımının, iklim değişikliği ile mücadeleye etkin çözümler sunarak sürdürülebilir gelecek inşasına yardımcı olacak en iyi seçenek olduğu unutulmamalıdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
Bursa
    cami
      • tffs
      • 1lig
      • tff2
      • tff3
      Takım O G B M Av P
      Puan Durumları ve Fikstür
      En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.